18 Aralık 2009 Cuma

The Truman Show





Tür : Komedi / Dram / Bilim Kurgu
Gösterim Tarihi : 16 Ekim 1998
Yönetmen : Peter Weir
Senaryo : Andrew Niccol
Görüntü Yönetmeni : Peter Biziou
Müzik : Burkhart von Dallwitz , Philip Glass , Leo Robin
Yapım : 1998, ABD , 103 dk.

Oyuncular

Jim Carrey (Truman Burbank) , Laura Linney (Meryl) , Noah Emmerich (Marlon) , Natascha McElhone (Lauren/Sylvia) , Holland Taylor (Truman'ın Annesi) , Brian Delate (Truman'ın Babası) , Blair Slater (Genç Truman) , Peter Krause (Lawrence) , Ed Harris (Christof)

Truman kendisi için tasarlanmış küçük ve çok güzel bir dünyada yaşamaktadır. O sıradan biri değildir çünkü onu farklı kılan tüm dünyanın izlediği bir yıldız olmasıdır. Ama o bunun farkında değildir. Doğumundan beri attığı her adım milyonlarca kişi tarafından takip edilmektedir. Kahramanımız bütün bunların farkına öldü zannettiği babasını görünce varmaya başlar. Sylvia ise onun gerçek aşkıdır ve onun yol göstericisidir...

13 Aralık 2009 Pazar

İçerideki Adam-Inside Man


-Keith Frazier/Dalton Russell-

-Dalton Russell-

Tür : Gerilim / Dram / Polisiye
Gösterim Tarihi : 28 Nisan 2006
Yönetmen : Spike Lee
Senaryo : Russell Gewirtz
Görüntü Yönetmeni : Matthew Libatique
Müzik : Terence Blanchard
Yapım : 2006, ABD , 129 dk.

Oyuncular

Denzel Washington (Keith Frazier) , Clive Owen (Dalton Russell) , Jodie Foster (Madeliene White) , Willem Dafoe (Yüzbaşı Darius) , Ashlie Atkinson (Burke)

Boyacı kılığındaki 4 soyguncu bankaya girer ve içerideki 50 kişiyi rehin alır. Dedektif Keith soyguncularla anlaşması için görevlendirilir. ancak kontrolün zamanla onların elinde olduğu anlaşılır. Soyguncuların başı olan Dalton ve ekibi gerçekten de bankadaki paraların peşinde midir? Ordan nasıl çıkacaklar? devamı haftaya demicem tabi ki alın izleyin :D keyifli seyirler..
filmde Denzel'in olması ayrı bi güzellik katmış. Clive Owen da çok iyi oynamış bence..

İçerideki Adam

27 Kasım 2009 Cuma

Kurban...


KURBAN HAYVANIN BOYNUNUN KESİLMESİ DEĞİL,DÜNYEVİLEŞMENİN BOYNUNUN VURULMASIDIR...

* Kurban Bayramı, Hazreti İbrahim ve İsmâil'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, fedâkarlık, hasbîlik ve teslimiyet sembolü olarak gelmiştir. O, gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır.
* Kurban Bayramı'nda evler, sokaklar, mabetler, dağlar, taşlar tekbirlerle lerzeye gelir, inler. Minarelerden yükselen temcidler dalga dalga tâ evlerimizin içine kadar gelip yayılırken, köy-kent, ova-oba koyun-kuzu meleyişleriyle sarsılır.
* Bayramlarda imana mazhariyetin, Hakk'a kulluğun, kullukta şuûrun gönüllerimizi yükseltmiş bulunduğu zirvelerden yürüdüğümüz yolu seyreder, kader kitabımızı okur "İşte kitap bu!" der ve talihimize tebessümler yağdırırız.

Vatansever-The Patriot


Tür : Aksiyon
Gösterim Tarihi : 18 Ağustos 2000
Yönetmen : Roland Emmerich
Senaryo : Robert Rodat
Görüntü Yönetmeni : Caleb Deschanel
Müzik : John Williams
Yapım : 2000, ABD , 164 dk.

Oyuncular

Mel Gibson , Heath Ledger , Joely Richardson , Tcheky Karyo


Benjamin Martin İngilizlerle savaşmayı istemez. Ama zamanla kendini savaşın ortasında bulur. Bir yandan milis kuvvetleri yönetirken diğer yandan ailesini de korumak zorundadır.
Film Amerikan milliyetçiliğini öne çıkarıyor. Bu yönden izlenmez biliyorum :D ama dram yönü güzel :)


30 Ekim 2009 Cuma

Mesajınız Var-You've Got Mail


Tür : Romantik / Komedi / Romantik Komedi
Gösterim Tarihi : 29 Ocak 1999
Yönetmen : Nora Ephron
Senaryo : Nora Ephron , Delia Ephron
Görüntü Yönetmeni : John Lindley
Müzik : George Fenton
Yapım : 1998, ABD , 119 dk.

Oyuncular

Tom Hanks (Joe Fox) , Meg Ryan (Kathleen Kelly) , Greg Kinnear (Frank Navasky) , Parker Posey (Patricia Eden) , Jean Stapleton (Birdie Conrad) , Steve Zahn (George Pappas) , Heather Burns (Christina Plutzker) , Dave Chappelle (Kevin Jackson) , Dabney Coleman (Nelson Fox)

Joe Fox ve Kathleen Kelly internetteki chat odalarından birinde tanışırlar. Birbirlerinin kim olduklarından haberleri yoktur. Tanımaya yönelik sorular sormazlar. Basit konuları konuşurlar. Bir zaman sonra birbirlerinden çok hoşlanmaya başlarlar.
Sanal hayatta böyle olmasına rağmen gerçekler böyle değildir. Kathleen küçük bir kitapçıyı işletmektedir. Joe ise aynı yerlerde büyük bir mağaza açar ve indirimli kitaplar satar. Kısacası aralarında rekabet başlar ve birbirlerinden nefret ederler.
Çok geçmeden tanışırlar ve gerçekler ortaya çıkar.

eşlerin birlikte izleyebileceği çok cici bir film :)

29 Ekim 2009 Perşembe

Evlenmek İsteyen Sahabi'nin Hikayesi

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:
-Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
-Asla!
-O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
-Amir bin Vehebin evine git ve
Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti de.

Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
-Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullahtan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullahın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
-Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.
Efendimizin gence emri:
-Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
-Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!
-Öyle ise Aliye, Osmana, Abdurrahman bin Avfa git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.

Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta.
Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:

-Ey kendini Allaha asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak? Cihada mı gitsin, evlenmeye mi? Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır.

Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
-Bu genç, herhalde Bahreynden gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
-Sen Saad mısın? buyurur.
-Evet, deyince de dua eder:
-Ceddine saadetler!

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar. Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
-Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
-Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
-Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
-Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!

Ve hayret nidaları birbirini takip eder:
-Allahü Ekber! Allahü Ekber!

18 Ekim 2009 Pazar

Sting-Shape of my Heart (Leon-Sevginin Gücü filmi)

Sevginin Gücü filminin oscarlık soundtrackti. dün izlerken çok sevdim. umarım seversiniz... (filmden kareler de var)


Sting "Shape Of My Heart"

pupa_remeikiu | MySpace Videoları

16 Ekim 2009 Cuma

ÂŞIK GENÇLER NE YAPMALI?



Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah'ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.

Bu durumda olan gençler yaptıkları işin günah olduğunu da biliyor. Birçok genç beni arayıp, “Kapalı bir mekânda yalnız bulunmuyorum. Elini bile tutmuyorum. Acaba günaha girmemek için daha ne yapabilirim?” diye soruyorlar.

Evet, şimdi en önemli soru şu:

Bu durumda olan bir genç ne yapacaktır?

Burada en vazgeçilmez kural şudur:

Allah'ın ve Resulünün (a.s.m.) yasakladığı bir fiili, hiçbir düşünce meşrû kılamaz.

Bu bakımdan en kestirme yol, böyle bir sevdadan vazgeçmenizdir. Özellikle dinî bir hayat yaşamak için tam ve esaslı bir karar vermişseniz, en iyisi haram olan hallerden tamamen kaçınmaktır. Onu hatırlatacak vesile ve mekânlardan uzaklaşmak, seyahat ve benzeri bir şeyle kendinizi meşgul etmektir.

Eğer bu mümkün olmuyorsa, şu şartları uygulamalısınız:

1- Niyetiniz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayatınızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır. Yoksa başka niyetler taşımak vebalinizi daha da arttırır.

2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.

3- Sevilen taraf, kız olsun erkek olsun, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa "Zamanla dini öğrenir ve yaşar" gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir. Aşk döneminde taraflar birbirlerini yanlış tanır ve kendisini de yanlış tanıtır. Aşkın gözü kusur ve hata görmez. Görse de iyiye yorar. Ama evlenince işin rengi değişebilir. Bunu baştan bilmek ve kararı ona göre vermek gerekir.

4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır. Söz gelişi, henüz okulu bitmemiş, iş kurmamış, önünde bir dizi engel olan gençlerin bu işi selâmetle götürmesi neredeyse imkânsızdır. Üstelik kendi geleceklerini de tehlikeye atmış olurlar.

5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. Atalarımız, "Güzellik ekmeğe sürülmez" diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.

6- İlişkinizden, saygı duyduğunuz, büyük bir insanı haberdar ederek, onun tavsiyelerini almanız gerekir. Özellikle aileleri, saygı değer kimselerin haberdar ve ikna etmesi gerekir. Her şey usulüne uygun olmalıdır. Öyle zaman olur ki, gelenekleri takmayanlar, geleneklerin insafsız paletleri altında ezilirler.

7- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşrû hâle getirmek lâzımdır. Bundan kastımız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşrû olduğunu sanarak serbest hareket etmek değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kasdımız, resmî olarak evlenmektir.

Bu saydıklarımızı okuyunca, "Demek ki bunlara uyarak böyle bir teşebbüs yapabiliriz" diye düşünmek yanlıştır. Bu şartlar, "içine düşülen problemden gençlerimizi mümkün olduğunca az günahla çıkarmak, olayın bundan sonraki bölümüne meşrûiyet kazandırmaya çalışmak" içindir.

Neticede hayatınızı evlilikle birleştirdikten sonra da bol bol istiğfar etmelisiniz ki, Rabbimizin affına mazhar olasınız.
Cemil Tokpınar

5 Ekim 2009 Pazartesi

AŞK VE IŞIK

Bir gece gözümü bir damla uyku tutmadı. Pervanenin mumla konuşmasını dinledim. Şöyle diyordu pervane, ateşten sevgilisine; 'aşık olan benim, yanmak bana yakışır. Ağlayıp sızlayan ben olmalıyım. Peki sen niçin ağlıyorsun?'
Mum, 'benim zavallı sevgilim' dedi pervaneye, 'tatlı balımdan ayırdılar beni, haksızlıkla elimden alınınca Şirin'im, Ferhat gibi ağlayıp sızlamak da bana yakışır olmuştur.'
Hem konuşuyor, hem de yanağından ateşten süzülen damlalar dökülüyordu mum:
'Meclisleri ışıtan nuruma bakma sen, sel gibi içime akan ve beni yakan ateşime bak. Senin aşkın kuru bir iddiadır. Ne sabır var sende, ne de tahammül. Azıcık bir parıltı görünce kaçıyorsun. Ben yanıp eriyinceye kadar dikilirim ayakta. Senin sadece kanadını yakar aşk ateşi. Beni ise baştan ayağa yakmıştır.'
Söz sultanı Sadi mum gibidir. Görünüşü gösterişli ve parlak, içyüzü ateşli ve yanıktır. Şemle pervane dertleşirken gece ilerledi, derken peri görünüşlü bir güzel yaklaştı ve 'püff' diye üfleyip söndürdü onu.
Zavallı mumun dumanı başından çıkarken, 'aşkın sonu budur' dedi ve canını verdi.
Aşk ölerek kurtulmaktır geçici dünyadan.
Sevgilisinin eliyle ölenin mezarına gidip de ağlama.
'Ne mutluluk!' diye gıpta et, sevdiği onu öldürmeyi öldürerek diriltmeyi kabul etmiştir, diye düşün.
Eğer aşıksan bu kemendden kurtulmaya çalışma.
Sadi gibi korkusuz ve özgür bir aşık ol.
Büyük denizlere açıl, demiyorum, lakin bir kez açılmışsan tufandan korkma.

(Bostan- Şeyh Sadi-i Sirazi)

28 Eylül 2009 Pazartesi

Kurtlar Vadisi'nin Seyfo Dayısı Vefat Etti!



Sinemamızın sevilen oyuncusu Nihat Nikerel’i kalp krizi sonucu kaybettik...

(27 Eylül 2009) Başta Kurtlar Vadisi olmak üzere birçok dizi ve sinema projesinde rol alan 59 yaşındaki Nihat Nikerel evinde ölü bulundu. Nihat Nikerel’in en son rol aldığı sinema filmi Çıngıraklı Top, geçen hafta vizyona girmişti.

Beşiktaş Balmumcu'daki evinde yalnız olduğu sırada kalp krizi geçirdiği belirtilen Nikerel'in cansız bedeninin, dün akşam saatlerinde eve gelen kızı tarafından bulunduğu öğrenildi. Kurtlar Vadisi dizisindeki Seyfo Dayı rolüyle de bilinen Nikerel'in, kızı eve gelmeden 16 saat önce yaşamını yitirdiği anlaşıldı.

Nihat Nikerel
1972-1976 yılları arasında uzun bir dünya seyahati yaparak yurda dönen sanatçı, 1985 yılında senaryolaştırılabilecek öykü yazarak sinemaya adım attı. Çeşitli sinema ve dizi filmlerde rol almanın yanı sıra kitap yazdı. Öğretim görevlisi olarak İletişim bölümlerinde ders verdi.


Filmografisi:
İpsiz Recep "Emice"
Anneler Günü - 2007
Sana Mecburum - 2007
Susuzluk Halil 2006
Yaşanmış Şehir Hikayeleri - 2006
Hacı - 2006
Köprü - 2006
Adressiz Sorgular - 2006
Ölümüne Sevdalar - 2005
Yolun Sonu - 2005
Sevda Tepesi - 2005
Hoşgeldin Hayat - 2004
Kayıp Aşklar - 2004
Kimsesiz Zaman Tasvirleri - 2004
Brindar - 2004
Esir Şehrin İnsanları - 2003
Kurtlar Vadisi - 2003
Yaralı - 2002
Karaoğlan - 2002
Zerda - 2002
Deli Yürek: Bumerang Cehennemi - 2001
Bıçak Sırtı - 2001
Eski Bir Yangın - 2000
En Güzel Güzel - 2000
Merdoğlu - 2000
Bizim Yunus - 2000
Parçalanma - 1998
Sıcak Saatler - 1998
Aynalı Tahir - 1998
Yasemince - 1997
Avrenos'un Müşterileri - 1995
Ayrı Dünyalar (2) - 1995
Bizim Ev - 1995
Manisa Tarzanı - 1994
Garip Bir Kolleksiyoncu - 1994
Gerilla - 1994
Can Perdesi - 1993
Şaban Askerde - 1993
Sonsuzluğun İki Yakası - 1993
Beşinci Boyut - 1993
Süper Baba - 1993
Kopuk Dünyalar - 1992
Başka Olur Ağaların Düğünü - 1990
Bir Irmağa Yolculuk - 1988
Reis Bey - 1988
Görüş Günü - 1987
Belene - 1987
Yalnızlık Bir Şarkıdır - 1987

Kitapları
Aralık'tı, 2004
Yalansız Yalnızlığım, 2005
Ay Zamanı Zalımca, 2006

22 Eylül 2009 Salı

Yusuf Olmak



Yusuf olmak zor çok zor…
Yusuf’san önce sevmekle başlayacaksın çileye…
Öyle bir seveceksin ki; şüphe olmayacak içinde.
Öyle saf, öyle temiz olacak işte.
En yakınların kesecek başını…
En yakınların itecek seni karanlıklara…
En yakınların yakacak her zerreni.
Ve sen güzel görecek, güzel bakacaksın her şeye…



Dedim ya;
Yusuf olmak zor çok zor
Bu dünya perdesinde Yusuf olmayı seçtiysen,
önce dar kapılardan geçeceksin…
Dört duvara dokunacaksın,
her köşe başında bir kuyu olacak sen gireceksen çıkacaksın.
Her çıkış bir başlangıç, her düşüş bir devrin bitişi olacak.
Ve O’ndan başka kimseyi imdada çağırmayacaksın.
Zindanların yakın edecek bütün yaratılmışı...


Dağlar yoldaşın, taşlar arkadaşın, kuyular sırdaşın olacak.
Önce sıla yakacak içini…
Sonra adı hasret olan tüm özlemler gelecek peşinden…
Sabırla başlayacak dünya sürgünün.

Yusuf olmak zor çok zor…
“Nurunda hoş, narında” diyeceksin.
Tüm ateşleri gül diye tutacaksın.
Kor önce avucunu, sonra yüreğini yakacak, susacak susacaksın
“ Ah” demeyi bile çok göreceksin diline.
Şikâyet kapılara gelip gelip gidecek eski yerine..
Sevmenin ne zor olduğunu elbet anlayacaksın.

Yusuf olmak zor çok zor…
Köle olup önce pazarlarda satılacaksın…
Saraylara ayağında kelepçeyle gireceksin.
Toprak değecek tenine, rüzgâr savuracak tanelerini gözlerine
Kimse inanmazken sana, yitirmeyeceksin hiç ümidi.
Hamken yanacak, yandıkça pişeceksin,
“Elhamdülillah” kemerini kuşanacaksın,
Çileden geçmeden gidilmez hiçbir yere..
Çekecek çekecek hep pişeceksin…
İmtihanı öyle kolay olmayacak aşk yolunun
Her adımda bir kez daha bileneceksin.



Yusuf olmak zor çok zor…
Her yanışında anlayacak; Yusuf olmak zor diyeceksin.
Sonra aşkın ne zehir olduğunu tadacaksın,
Kılıçtan keskinliğini, nankörlüğünü, acizliğini
Yolun zindanlara düşecek, edep perdesinin ardında bekleyeceksin.
Beyaza değen siyah temizlenene kadar sürecek bekleyişin.
Öyle kolay olmayacak siyahtan arınmak,
Yani seneler sürecek bekleyişin.
Kapılara asılacak Yusuf gömleğin,
Bakıp bakıp, eğeceksin başını
Ama mahcubiyetten değil, yine edepten olacak sakınışın.
Ne zamanki sebepler kapısını kapatıp tümden,
Dönünce yüzünü Rahmana bir haber gelecek gaybtan:
“Yusuf tertemizdir günahtan”
Sultanlığın yolu zindandan geçecek bileceksin…


Dedim ya;
Yusuf olmak zor çok zor..
Yusuf'ken sultan olmakta zor
Hele Yusuf’un Yakup’u olmak, işte o hepsinden zor...

Avustralyalı Gencin Hikayesi

21 Eylül 2009 Pazartesi

Mümin kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmek




İman edenlerin sakınması gereken tavırlardan biri de insanın nefsindeki 'cimrilik ve bencillik' duygusudur. Allah "Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder)." (Mearic Suresi, 19-21) ayetleriyle insanın bu özelliğine dikkat çekmiştir. İhlası kazanabilmek için insanın nefsindeki bu negatif özelliği yenmesi ve bunun yerine özverili ve fedakar bir ahlakı kendinde yerleştirmesi gerekir. Çünkü Allah "... Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Teğabün Suresi, 16) ayetiyle insanın kurtuluşa erebilmesi için bu bencil tutkularından arınması gerektiğini bildirmiştir.

İnsanın nefsini bu yönde eğitebilmesi ise son derece kolaydır. Önemli olan kendisini yeterli görmemesi, nefsinin sesine her zaman şüphe ile yaklaşmasıdır. Ancak bencillik ve cimrilik kavramlarını da yanlış anlamamak önemlidir. Cahiliyede bazı insanlar Allah korkusundan ve ahiret inancından yoksun olmaları sebebiyle bencilliği ve cimriliği adeta bir hayat felsefesi haline getirmişlerdir. Bu kişiler her zaman önceliği kendilerinde bilmeyi, herkesten çok kendi menfaatlerini koruyup kollamayı uyanıklık olarak algılar ve bunun iyi bir özellik olduğunu zannederler. Bu nedenle de yaptıklarıyla Allah katında nasıl bir sorumluluk yüklendiklerini hesaba katmazlar. İnsanın Kuran ayetlerini düşünürken, cimri ve bencil tutkuları sadece bu tarz insanlara ithaf edip, konuyu sadece cahiliyedeki insanlarla sınırlaması yanlış olur. Bu insanlar bu ahlakı en uç noktasında yaşamaktadırlar, ancak cimriliğiyle ya da bencillikleriyle ön plana çıkmamış pek çok insan da gizli ya da açık olarak nefsinde bu duyguları barındırabilmektedir. Bu da bu kimselerin her şart ve durumda ihlaslı davranabilmelerini, olaylar karşısında halisane tavırlar gösterebilmelerini engellemektedir. İnsanın nefsini bu kötülüklerden temizleyebilmesi ise son derece kolaydır; bunun için Kuran ahlakını eksiksiz ve kusursuz bir şekilde yaşaması yeterlidir. Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ayetlerinde bu konuya getirilen çözüme bir sözünde şöyle dikkat çekmiştir:

"Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9) sırrıyla ihlas-ı tâmmı kazanınız.2

Allah ayetinde müminlerin kendilerinde bir eksiklik, açıklık ya da ihtiyaç olsa bile diğer mümin kardeşlerinin nefislerini kendilerinden üstün tuttuklarını, tercih yapmaları söz konusu olduğunda da kendi nefislerinden değil kardeşlerinden yana tavır koyduklarını bildirmiştir. Medine'de yaşamakta olan Müslümanlar, Mekke'den hicret ederek gelen ihtiyaç içerisindeki mümin kardeşlerine infak etmekten, kendileri zor durumda kalarak bile olsa onları yerleştirip barındırmaktan dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymamışlardır. Aksine Allah rızası için nefislerinin bencil ve cimri tutkularını yenmiş olmaktan ve kardeşlerinin nefislerine öncelik tanımış olmaktan dolayı da büyük bir sevinç ve mutluluk duymuşlardır. Çünkü söz konusu şartlar altında Kuran'a en uygun, en vicdanlı ve en ihlaslı olan tavrın böylesine bir fedakarlık göstermek olduğunu bilmektedirler. Ayrıca Allah bu fedakarlıkların karşılığını dünyada da ahirette de kat kat artıracak ve fazlasıyla onlara geri verecektir. Kuran'da Allah'ın bu ahlakı gösteren kimselere vereceğini vaat ettiği karşılık şöyle bildirilmiştir:

Eğer Allah'a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr'dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim'dir (cezayı vermekte acele etmeyendir). (Teğabün Suresi, 17)

Çağrı-The Message




Tür : Savaş / Dram / Tarihi
Yönetmen : Moustapha Akkad
Senaryo : H.A.L. Craig , Tewfik El-Hakim
Görüntü Yönetmeni : Said Baker , Jack Hildyard
Müzik : Maurice Jarre
Yapım : 1976, Libya / İngiltere / Lübnan , 177 dk.

Oyuncular

Anthony Quinn (Hz. Hamza) , Irene Papas (Hind) , Michael Ansara (Ebu Süfyan) , Ahmed Abdelhalim (Uriqat) , Habib Ageli (Hudayfa) , Mohammad Al-Gaddary (Tefeci) , Nicolas Amer (Süheyl) , Bruno Barnabe (Umaya) , John Bennett (Salool) , Martin Benson (Ebu Cahil) , Robert Brown (Otba) , Donald Burton (Amr) , André Morell (Ebu Talib) , Johnny Sekka (Bilal)
6. yüzyılda Mekke. İslam tarihçilerinin Cahiliye Devri olarak anmaktan hoşlandıkları dönemdeyiz. Şehrin ileri gelenlerinin Mekke'yi köleliğin ve alkol, uyuşturucu gibi maddelerin pençesinde acımasızca yönettiği rivayet ediliyor. Kız çocukların yeni doğduklarında diri diri gömüldüklerinin anlatıldığı acımasız bir dönem. Böyle karanlık bir çağda, Hz. Cebrail tarafından ziyaret edilen Hz. Muhammed insanları tek bir Tanrı'ya tapmaya davet ediyor ve şehre hükmedenlerin vahşi metotlarına karşı çıkıyor.

Allah'tan inen bir ayet, peygamberin silaha sarılmasını ve Mekke ordularına karşı direnmesini emrediyor. Müslümanların ordusu tecrübesiz olduğu halde Bedir savaşını kazanıyor. Uhud savaşının ardındansa 10 yıllık bir barışa evet diyerek arada geçen süreyi İslam'ı yaymak için kullanıyorlar. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğu, Allah'tan başka tanrı olmadığı haberi Arap yarımadasını hızla katediyor.

En iyi müzik dalında Oscar'a aday olan Çağrı, Hz. Hamza rolündeki Anthony Quinn'in benzersiz oyunculuğu kadar, büyük bir prodüksiyon olması ve Hz. Muhammed'i göstermeden İslam'ın doğuş ve yayılışını anlatmadaki başarısıyla da tüm dünyadaki Müslümanların beğenisini toplamış bir yapım.

Ramazan Müslümanlığı




Bir hadis- şerif, bizlere Ramazan sonrasını düşündürmektedir. Meâli şöyledir:- ALLAH için yapılan işlerin en makbulü, devamlı olanıdır. İsterse o devamlı iş az olsun.


Diyelim ki, bir insan Ramazan boyu beş vaktine beş daha ilâve etmiş, elinden tesbihini, başından takkesini düşürmeyen biri hâline gelmiş; ama bu titizlik ve dikkat, sadece Ramazan ayına mahsus kalmış, Ramazan’dan sonra tesbihler, seccadeler sandığa, dinî titizlikler gelecek Ramazan’a bırakılmış… İşte bu, ALLAH yanında makbul olan titizlik değildir. ALLAH’ın insanlara ihsan ettiği el, ayak, göz, akıl gibi sayısız nimetleri nasıl sadece Ramazan ayına inhisar etmiyor, ömür boyu devam ediyorsa, Rabb’in emirlerine olan bağlılığımız da Ramazan ayına inhisar etmemeli, ömür boyu devam etmeli, son nefese kadar sürmelidir. Öylesine devam edip sürmeli ki, dinî mükellefiyetlerimiz bizde hava, su gibi ihtiyaç haline gelmiş olmalıdır. Nasıl insan havasız, susuz yaşayamazsa biz de dinî mükellefiyetlerimizi yerine getirmeden yaşayamaz hâle gelmeliyiz.
Nitekim geçtiğimiz yıllarda Ramazan’da bir yakınımı ziyarete gitmiştim. Maruz kaldığı hastalıktan dolayı orucunu yemek mecburiyetinde kalmıştı. Ama nasıl bir yemek bu? Diyordu ki:
- Ramazan günü evimde mecburen su içerken adetâ ürperiyor, kendimi itham ediyorum. İçimde kavga, dövüş başlıyor. “Sen nasıl Müslümansın? Herkes oruç tutarken şu mübarek günde sana oruç yemek yakışır mı?” gibilerden sesler geliyor adeta kulağıma. Demek ki bu kardeşimizde İslâmî hayat hava, su gibi ihtiyaç hâline gelmiş. Bu hayatın dışına çıkarsa mazereti bile olsa içinden ikaz sesleri duyuyor, vicdan azabı çekiyor.
Nitekim bir büyüğümüzün hastalığına rağmen oruç tutmakta nasıl bir ısrarın sahibi olduğunu STV’de gördük. İftar saatine doğru iyice halsizleşiyor, hatta kendinden geçiyor, sadece dudaklarında okumaya çalıştığı duaları fısıldayacak kadar bir takat görülüyor, adeta hayat memat sınırında bulunuyor. Bir adım ötesi öbür âlemdir. Bunda hiç şüphe yoktur. Kendisine doktorlar orucunu tutmaması gerektiğini söylüyorlar, hatta tutarsa ölebileceğini dahi ima ediyorlar. Onun cevabına bakın lütfen:
- Ben orucumu yersem işte o zaman ölürüm! diyor, orucunu yiyerek ölmektense tutarak ölmeyi tercih edeceğini ifade etmiş oluyor. Adeta dini hayatın içinde yaşayabilirim, bu hayatın mazeretle de olsa dışında olmak benim için mümkün değildir, örneğini veriyor.
Nitekim Yermük Savaşı’nda yaralanarak sıcak kumların üzerinde mecalsiz düşen, aynı zamanda da son anlarını yaşayan bir sahabiye bir diğer sahabi kırbasındaki suyu uzatıyor, çabuk şu suyu iç diyor, yoksa dudakların iyice kuruyacak, dilini döndüremez hale geleceksin.
Sahabinin cevabına bakın lütfen:
- Suyu şu kalkanıma boşaltın diyor, ben oruçluyum şimdi su içemem. İftar vaktine kadar yaşarsam o zaman içerim, yoksa orucumu bozamam, Rabb’imin huzuruna oruçlu olarak gitmeyi tercih ederim. Bunlar neyin ifade ve işaretledirler acaba?
Demek ki kendini İslâmî hayatla böylesine özdeşleştiren mümin, Ramazan’dan sonra gömlek çıkarır gibi dinî hayatı çıkarıp eski gaflet gömleğini giyemez. Belki Ramazan’da kazandığı güzellikleri benimser, ömür boyu dinî hayatını sürdürme azim ve gayretine girer. Onun için ‘Ramazan gitti, dinî hayat bitti’ denemez. Ramazan gider; ama dinî hayat devam eder. Çünkü biz “Ramazan Müslüman’ı” durumuna düşmek istemeyiz.
Süleymaniye Camii baş imamı merhum Sadık Efendi, Ramazan Müslüman’ını anlatırdı sohbetinde. Bayram namazından sonra yaklaşan biri elini öpmek istediği hocaefendiden hakkını helal etmesini isteyerek şöyle der: – Hocam, Ramazan boyunca teravihimizi kıldırdınız, bize hakkınız geçti, helal edin. Gelecek Ramazan’da görüşmek üzere haydi ALLAH’a ısmarladık!..
Hocaefendi ile helalleşen bu zat, ihtimal ki elinde seccadesi, başında takkesiyle evinin yolunu tutar, ilk işi hanıma şöyle seslenmek olur:
- Hanım! Al şu seccadeyi, şu takkeyi, şu tesbihi, dolabın en ulaşılmaz yerine sakla. Bu Ramazan’ın geleceği de olacaktır elbette. O zaman yine lazım olacak bunlar bana. Biliyorsun ben öyle tek Ramazan Müslüman’ı değilim.” Evet biz Ramazan müslümanı değiliz. Hayırlı Ramazanlar diliyorum.
Kaynak: Zaman.com.tr

Bediüzzaman Said Nursî'den Terör ve Anarşiye Çözümler



Tarih boyunca terörün ve anarşinin şiddetlendiği dönemler olmuş ve tüm insanlığı tehdit eden bu soruna çözüm bulabilmek için çeşitli öneriler ortaya atılmıştır. Terör ve anarşi belaları ile topyekün bir mücadele başlatılması konusunun en çok üzerinde duran kişilerden biri de büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'dir. Bediüzzaman bunun için öncelikle yapılması gereken şeyin din ahlakının insanlar arasında yaygınlaşması için çaba gösterilmesi olduğunu anlatmış ve çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur.

Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatı dünya tarihinin köklü değişiklikler yaşadığı bir döneme rastlar. I. Dünya Savaşı Bediüzzaman'ın hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Üstad, Osmanlı'nın çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasına çok yakından şahit olmuştur. O, Rusya'da komünizmin bir ihtilalle başa geçişine, dünya devletlerinin Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın içine sürüklenişine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu süre zarfında yaşadığı zor dönemlere tanıklık etmiştir. Bediüzzaman yaşadığı dönemde gerçekleşen tüm olayları çok detaylı olarak tahlil etmiş ve siyaset sahnesinde gelişen her olayı Kuran ayetleri doğrultusunda değerlendirmiştir. Onun bu özelliğini tüm eserlerinde ve her sözünde görmek mümkündür. Din ahlakından uzaklaşmanın bir toplumu ne kadar büyük bir tahribata uğratacağına, Müslümanların birlik olurlarsa dinsiz ideolojilere karşı büyük bir başarı elde edeceklerine hemen her sözünde değinmiştir.

Bediüzzaman hem kendi yaşadığı dönemde hem de kendinden sonra terör ve anarşinin insanların karşısına büyük bir bela olarak çıkacağını biliyordu. Bu nedenle de terörle mücadele ile ilgili çeşitli çözüm yolları sunuyor, insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyordu. O, "Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık ahlakını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir…"1 sözüyle İslam dininin terör ve şiddete bakış açısını en güzel şekilde ifade etmişti. Bütün hayatını da bu bakış açısını insanlara anlatmakla geçirmişti. Üstad bir sözünde "Madem iman hizmetinde tam ihlasla, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerekir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helal ediyorum."2 demiş, anarşi ve terörle mücadelenin iman edenlerin üzerine yüklenen önemli bir sorumluluk olduğunu, bu mücadelenin sabır ve tahammül gerektirdiğini ifade etmiştir.

Bizler için Bediüzzaman'ın tecrübeleri ve birer rehber niteliğindeki sözleri çok değerlidir. Bu nedenle tüm hayatı boyunca, Kuran ahlakındaki sevgi, barış ve huzur dolu dünyayı tesis etmek için çaba göstermiş olan bu kıymetli insanın her açıklaması üzerinde dikkatle düşünmemiz gerekir.

Bediüzzaman Terörün Ancak Sevgi İle Çözülebileceğini Söylüyordu

Bediüzzaman'ın açıklamalarında öncelikli olarak dikkat çeken yön, insan sevgisi ve insan hayatına verilen önemdir. Bu, Kuran ahlakının insana kazandırdığı bir güzelliktir. Bediüzzaman da bir sözünde bunu şu şekilde ifade etmiştir:

Kuran-ı Hakim'den aldığımız hakikat dersi şudur ki: Evde, yahut bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, Kuran'ın adaleti, o masumun hakkına zarar vermemek için, o evi, o gemiyi yakmayı men ettiği halde, on masumu bir tek cani yüzünden mahv için, o ev, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Bu sebeple, güvenliği ihlal yolunda yüzde on cani yüzünden doksan masumun hayatını tehlikeye ve zarara sokmayı ilahi adalet ve Kuran gerçeği şiddetle men ettiği için, biz bütün kuvvetimizle bu Kuran dersine uyarak güvenliği korumaya kendimizi dinen mecbur biliriz…3

Üstad yukarıdaki sözünde insan hayatının ne kadar önemli olduğunu, tek bir insanın hayatı korumak için her türlü fedakarlığı yapmak gerektiğini, aksinin çok büyük bir zulüm olacağını bildirmiştir. Müslüman dünya üzerindeki tüm insanların güvenliğini, huzurunu sağlamayı, hoşgörülü ve sevgi dolu bir dünyada yaşamalarını ister. Bu, ona yükletilen bir sorumluluk, Allah'ın bildirdiği bir emirdir. Bunun için de din ahlakının yayılması için tüm imkanlarıyla gayret eder, insanların güvenliğini bozacak her türlü zorbalığa engel olmak için ellerinden geleni yaparlar. Anarşi ve terör insanı adeta bir canavara dönüştürürken, İslam ahlakının yaşandığı ortam cennet benzeri olur. Bediüzzaman bunu bazı sözlerinde şu şekilde belirtir:

... Bir Müslüman İslamiyet dairesinden çıksa, İslam dininden döner ve anarşist olur, sosyal hayat için zehir hükmüne geçer. Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet güzel huylarını canavar hayvanların ahlakına çevirir.4

Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık güzel huylarını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir.5

Bediüzzaman din ahlakının anlatılması ile insan sevgisini bilmeyen, hoşgörüsüz, uzlaşmaz ve saldırgan kimselerin dahi kalplerinde büyük bir aşk ve muhabbet oluşacağını, bu Allah sevgisinin ise insanları her türlü zorbalıktan uzak tutacağını bildirmiştir. Müslümanın görevinin de, insanlarda bu sevgiyi oluşturmak için dinin güzelliklerini ve Kuran hakikatlerini anlatmak olduğunu vurgulamıştır. Üstad bir sözünde, yazdığı Nur Risaleleri'nin bu görevi yerine getirdiğini şöyle vurgular:

Evet, Risale-i Nur hak ve hakikata dayanan, delil ve ispata dayanan iman ve Kur'an hakikatlarını, zamanın anlayışına uygun, cem'iyetin kabul etme tarzına uygun, çekici bir üslûb ve kolay açıklamasıyla isbat ve izah eylemesi ile milyonlarca insanın iman ve inancını tahkiki yaparak, ruhlarda İslami aşk ve muhabbeti uyandırmak suretiyle anarşizmin belirtisi olan dinsizlik ve ahlaksızlığa karşı manevi bir sed tesis eylemiştir. Evet ruhlarda, akıl ve kalblerde tesis edilen mukaddes ideal ve gaye birliği, iman aşk ve muhabbeti, yıkılmaz bir kuvvet, aşılmaz bir sed hükmünde manevi bir etki meydana getirmektedir.6


Kuran Ahlakının Yaşanması Terörle Mücadelede En Önemli Noktadır

Bediüzzaman terör ve anarşi ile mücadelede en önemli noktanın din ahlakının yaygınlaşması olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Bu sözlerinden birinde şunları ifade eder:

Hem her bir şehir kendi halkına geniş bir hanedir. Eğer ahiret inancı o büyük aile fertlerinde hükmetmezse; güzel ahlakın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakarlık, Allah'ın rızası, ahiret sevabı yerine kötü niyet, menfaat, sahtekarlık, kendini beğenmişlik, yapmacık hareket, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zahiri güvenlik ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o şehir hayatı zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, güçlüler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar. 7

Bediüzzaman'ın da vurguladığı gibi, din ahlakının yaşanmasıyla pek çok güzel ahlak özelliği ortaya çıkarken, dinden uzak bir toplumda her türlü sahtekarlık, zorbalık, anarşi, vahşet ve terör gelişir. Yardımlaşma, fedakarlık, dürüstlük gibi meziyetler ortadan kalkar. İnsanlar sadece kendi çıkarlarını düşünür, sadece kendi rahatlarını kollar, sadece kendi menfaatleri için çalışır hale gelirler. Ancak dinin yaşanması toplumda çok büyük bir dayanışma, kardeşlik ve dostluk oluşmasına vesile olur. Bediüzzaman aynı sözünün devamında, din ahlakının bir topluma ve aile hayatına kazandırdığı güzellikleri şu şekilde örneklendirir:

Buna kıyas olarak, memleket dahi bir evdir ve vatan dahi bir milli ailenin evidir. Eğer ahiret inancı bu geniş evlerde hükmetse, birden samimi hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve yardımlaşma ve hilesiz hizmet ve birlikte yaşanılanlar ve riyasız ihsan ve fazilet ve benlik verilmeyen büyüklük ve meziyet o hayatta gelişmeye başlarlar. Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'an dersiyle vakar verir. Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak." Aklı başlarına getirir. Zalime der: "Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir. İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimi bir ahirete dair saadet ve taze, ebedi bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmağa çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir. Bunlara kıyasla, bir bölüm ve bir bütün olarak her kavimde güzel etkisini gösterir, ışıklandırır. İnsanların sosyal hayatıyla ilgili olan sosyologların ve ahlak ilmiyle uğraşanların kulakları çınlasın! İşte ahiret inancının birlerce faydasından işaret ettiğimiz beş-altı örneklerine diğerleri kıyas edilse kesinlikle anlaşılır ki; iki cihanın ve iki hayatın saadete sebep olan yolu yalnız imandır.8

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi din ahlakı yaşandığında insanlara öğüt vermek, onları kötülüklerden menedip ve doğru yola sevk etmek son derece kolay olur. Bediüzzaman terörün ve anarşinin ancak sevgiyi, hoşgörüyü, barışı, affediciliği, şefkati ve merhameti emreden, insanı her türlü kötülük ve bozgunculuktan meneden Kuran ahlakının yaşanmasıyla yok olacağını sık sık belirtmiştir. Aşağıdaki sözlerinde de Müslümanlara Kuran'ın hakikatlerine sarılmayı tavsiye etmekte ve anarşinin ancak yeryüzünde dinin hakim olmasıyla son bulacağını tekrar vurgulamaktadır:

İnsanlığı dehşetli musibetlere uğratan, tehdid eden anarşiliğin bozma ve tahribin tek çaresi ancak ve ancak İlahi, semavi bir dinin ezeli ve ebedi gerçekleridir, gerçek İslam'dır.9

Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan münafıklık ve dinsizlik ve anarşilik ve maddecilere karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kuran'ın hakikatlarına sarılmaktır. Yoksa koca Çin'i, az bir zamanda komünistliğe çeviren insanlık musibeti; siyasi, maddi kuvvetler ile susmaz. Yalnız onu susturan Kuran gerçeğidir.10

Bediüzzaman terör ve anarşinin yok olmasında Kuran ahlakının ve Kuran'ın bir tefsiri hükmündeki Risale'lerin çok büyük bir görev üstlendiğine ve gelecekte de bu görevine devam edeceğine sıklıkla dikkat çeker. Dolayısıyla Kuran ahlakının anlatıldığı, insanların gerçek İslam'a davet edildiği her türlü çalışma da bu görevi layıkıyla görecek ve terörle mücadelede etkin bir rol üstlenecektir. Bediüzzaman "Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alakası yoktur; fakat kesin küfrü kırdığı için, kesin küfrün altı olan anarşiliği (ve) üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder."11 sözleriyle bu öneme dikkat çekmektedir. Bediüzzaman bir diğer açıklamasında ise anarşizmden kurtulmak için 5 esastan bahsetmiştir. Bunlar Üstad'ın ifadesiyle "... Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir."12 Bediüzzaman aynı sözünün devamında Risale-i Nur'ların üstlendiği görevi nasıl yerine getirdiğini şu şekilde vurgular:

Risale-i Nur sosyal hayata baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kutsal bir surette tespit ederek ve sağlamlaştırarak, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer faydalı uzuv haline getirmesidir.13


Sanat, Marifet ve İttifak Gücü ile Mücadele Etmek

Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde dinsizlikle, terör ve anarşi ile nasıl mücadele edileceğini de detaylı olarak tarif etmiştir. Bunu da "... Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silahıyla mücadele edeceğiz..."14 sözleriyle belirtmiştir. Said Nursi'nin bu sözleri insanların dinsizliğe karşı mücadelesinin ne şekilde olacağını anlamak açısından çok önemlidir. Bediüzzaman yukarıdaki sözünde üç tehlikeye dikkat çekmektedir: Cehalet, zaruret ve ihtilaf...

İlk tehlikeye karşı, yani cehalete karşı halkın bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Yaşadığımız toplumda insanların büyük çoğunluğu dini bilgiye sahiptir, Allah'a ve dine inanır. Ancak yine büyük çoğunluğu dinin ve manevi değerlerin derinliğine inmez, sadece yüzeysel ve dahası kulaktan dolma bilgilere sahiptir. Dolayısıyla dinin getirdiği güzel ahlakı gerçek manada hayata geçirmesi mümkün olmaz. Bu sebeple cehaletin, yani bilgi eksikliğinin hızla ortadan kaldırılması şarttır. Bediüzzaman'ın dikkat çektiği ikinci tehlike ise zarurettir. İnsanlara, iman dışındaki düşünce ve yaşam tarzları birer "zaruret" gibi sunulmaktadır. Hayatın gerçeklerinden vazgeçilemeyeceği, dini yaşamanın buna engel olacağı öğretilmektedir. Said-i Nursi'nin son olarak dikkat çektiği ihtilaf tehlikesi de bugün mevcuttur. Bugün dünyada insanlar arasında birçok konu ihtilaflıdır. Çoğu zaman fikir birliğine varılamamakta ve pek çok konu tartışmalara, çatışmalara dönüşmektedir. Bu ihtilaf insanların en büyük odak noktası haline gelmekte, güzel ahlak, din ve ahiret tamamen unutulmaktadır. Oysa yapıcı bir yaklaşım ihtilafları kolayca çözer. Aklın ve vicdanın yolu birdir. Bu nedenle bu ihtilafın getireceği kargaşa ve kaos tehlikesine karşı doğrular çok açık bir şekilde ortaya konmalıdır.

Bediüzzaman, bu üç tehlikeye karşı önlem alırken göz önünde bulundurulması gereken konuları da sözlerinde vurgulamaktadır. Bu konuların ilki sanattır. İnsanların terör ve anarşiyle yapacakları mücadelede sanat çok önemli bir yer tutmaktadır. Burada "sanat" kelimesiyle pek çok şey kastedilmiştir. Biri, insanların genel olarak Allah'ın bir nimeti ve ayeti olan güzelliğe ve estetiğe düşkün hale gelmesidir ki, bu insan ruhunun kabalıktan ve şiddetten uzaklaşmasını sağlar. Bir diğeri de, sanatın Allah'ın bir nimeti olduğunu bilmek ve buna şükretmektir ki, insanın manevi derinliğini artırır. Bu nedenle Allah'ın çevremizdeki sanatının tüm güzelliğiyle anlatılması çok önemli bir konudur. Sanatçılar bu bilinçle hareket etmeli, dindar insanlar bu bilinçle sanatı sahiplenmelidir. Din ahlakını anlatmak için yapılan her çalışmanın da sanatsal değerlere sahip olması gerekir. Örneğin her türlü yazılı eserde, kullanılan resimlerle, dildeki açıklık ve sadelikle, baskı kalitesiyle dindar insanların üstün sanat anlayışını ortaya koymak son derece önemlidir. Bunun yanında sözlü anlatımdaki hikmet de sanatın bir türüdür. Seçilen kelimeler, kullanılan örnekler, anlatımdaki çarpıcılık ve etkileyicilik karşıda bırakılacak etki açısından çok önemlidir. Dinin güzelliklerini anlatırken anlaşılmaz, karmaşık, kalıpçı ve zor yolu benimseyen yöntemlerin aksine, anlatımdaki sadelik, insanların gerçekleri anlamasına çok büyük bir kolaylık sağlayacaktır.

Üstad'ın dikkat çektiği marifet ise "bilgi sahibi olmak" anlamına gelir ve Müslümanların yaşadıkları devrin tüm bilgilerine hakim olmaları gerektiğini ifade eder. Müslüman, Allah'ın insanlar için seçtiği dinin yeryüzündeki temsilcisidir, dolayısıyla yaşadığı devrin bilim, kültür, düşünce, teknoloji gibi farklı alanlarına hakim olmalı, bunları bilmeli ve en iyi şekilde kullanabilecek yeteneğe sahip olmalıdır.

Üstad'ın gösterdiği son yöntem olan ittifak ise, tüm insanlığın refahını ve güvenliğini isteyen herkesin yerine getirmesi gereken bir vazifedir. İnananların tüm insanları tehdit eden terör ve anarşi belasıyla mücadele ederken birbirlerine destek olmaları son derece önemlidir. Bu birliği bozmak için yapılacak her türlü girişim de etkinin azalmasına neden olacaktır.
---------------------------------------------------------------------
1. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216
2. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 2 cilt, s. 200
3. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216
4. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 2, s. 159
5. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216
6. Bediüzzaman Said Nursi, Bediüzzaman Cevap Veriyor, s. 9-10
7. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, On Birinci Şuâ, s.964
8. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, On Birinci Şuâ, s.964
9. Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lâhikasi - Takdim, s.1412
10. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdag Lahikasi 2, Mektup No:49, s.1831
11. Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lâhikası - Takdim, s.1412
12. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdag Lahikası 2, Mektup No:49, s.1831
13. Bediüzzaman Said Nursi, Şuâlar, On İkinci Şuâ, s.992
14. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, On Dördüncü Şuâ, s.1024

20 Eylül 2009 Pazar

KÖRDÜĞÜM gibi....




Hz. Aişe, Peygamberimizle yeni evlenmişti. Eşinin kendisini sevip sevmediğini merak etmekteydi.Ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdiğini...

Aişe bu düşüncesini peygamberle konuşmadan edemedi.

''Ey Allah'ın Resulü, beni seviyor musun?''

''Evet ya Aişe tabii seviyorum!''

Aişe dahasını da merak ediyordu.Acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu :

''Beni nasıl seviyorsun?''

Peygamberimiz sevgi şeklini tanımladı eşine :

''Kördüğüm gibi.''

Bu cevap Hz. Aişe'yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılamazdı.Açılmayan, bitmeyen sırla bir sevgi demekti.

Alacağı cevap onu çok mutlı etiği için, Hz. Aişe kadınca bir ihtiyaçla sık sık sorardı :

''Ey Allah'ın Resulü, kördüğüm ne alemde?''

Peygamberimiz, Aişe'yi memnun eden cevabı verdi her defasında:

''İlk günkü gibi...''

Sevmekte de eşsizdi O...

O aynaydı :

Yarattığı varlıkları çok seven ve onlar tarafından da çok sevilen Vedud'un...

Sevenin Gözü Görmez derler...

Sevenin gözü görmez derler.Oysa sevenin gözü görür, amma; sevenin gözü, kusur görmez!

Sevdiğinden başkasını görmemek kemâlidir belki sevmenin, ama onun daha öncesinde sevenin özelliği, kusur görmemesidir sevdiğinde!

Sevmek, sadece "güzellikleri" görmektir! Hata, eksik, kusur, yanlış görmemektir Güzelliğin hoşluğudur yaşanan, gönlünde sevenin

Kusursuzdur sevene sevdiği! Ne hata vardır görülecek, ne kusur, ne yanlış, ne de eksik!

Hata, eksik, kusur, yanlış görülmeye başlandı mı, sevgi de kaybedilmeye başlanır ve giderek kaybolur

"ALLAH'ı sevmek" denen şey, varlıkta hata, eksik, kusur, yanlış görmemekle başlar

"ALLAH'ı sevmek" denen şey, varlıkta hata, eksik, kusur, yanlış görmemekle başlar Hiçbir yerde, hiçbir surette, hiçbir zerrede Suretlerden bir suretten, bir kıvılcım ile başlar belki Aşk ile Ve gittikçe yayılır her surete Görüldükçe türlü haller türlü yandan; "sizde bir türlü, bizde bir türlü," dedirtir

Aşk, alemlerin rabbinden bir lütfudur; kula bahştir ! Ondaki mânâlardan bir "mânâdır", yaşanan Yüzünü gösterdi mi, O'na aşık olmaya karşı koyabilecek güç kalmaz karşısındakinde! Tuzun suda eridiği gibi erir varlığı "sevenin", sevdiği karşısında Unutturur sevene kendi halini bile aşk; sevilen ve sevgisi kaplar her yanını, her zerresini Onun için, onunla, adeta onu (sevdiğini) yaşar, seven

Beğenmek gibi değil, hoşlanmak gibi değil, eğlenmek gibi değildir sevmek Bunların hepsinin nihayeti vardır, ama sevginin nihayeti yoktur Nihayeti yok olmak ise sevgidir zaten; yolda kalanlar, sadece o yolun heveslileridir

İşte böylesine sevmek, dünyanın en zor işidir! Katlanması güçtür Sabretmesi güç! Zira, hata, eksik, kusur, yanlış görmemek her yiğidin kârı değildir Onları görmekle, sevgi de birarada yaşanmaz ne çare ki Onun için demişler, "aşığım demek kolaydır ama, sevdiği yolunda canından vazgeçmeyen değildir gerçek aşık"

Ne diyor kudsî hadiste? "Bana aşık olan beni bilir, beni bilen beni sever Bana aşık olana ben de aşık olurum Kime aşık olursam onu öldürürüm Öldürdüğümün diyeti bana aittir"

Böyle bir lütuftan nasibi olanın, hata görmesi olmaz, kusur görmesi olmaz, eksik, yanlış görmesi olmaz! Suçlaması olmaz, kınaması olmaz, hor görmesi olmaz!

"Bana aşık olan beni bilir, beni bilen beni sever Bana aşık olana ben de aşık olurum Kime aşık olursam onu öldürürüm Öldürdüğümün diyeti bana aittir" (Hadis-i Kudsî)

"Ben aşığım" sözü, "ben hata, eksik, yanlış, kusur görmüyorum; suçlamam, kınamam yoktur!" diyebilenin sözüdür Bunlara takat getiremeyen, lâfıyla, taklidiyle avunur sadece aşkın, sevginin

Seven, sevgisini kaybetmemek için "kendini" kaybeder

Nasibi olmayan ise benliğini kaybetmemek için "sevgisini" feda eder

Seven kişi "ben"ine sınır tanımaz, özünden gelen sınırsızlığı hisseder, kayıtsız yaşar Gaybından ne gelirse, kendinde onun ortaya çıkacağını bilir Onun için aşığın yapamayacağı şey yoktur!

Seven, "ben" derken, özündeki o sınırsızlığı hisseder! Sınırsız özdür o!

Nasibi olmayanın ise kendisi sanıp ben dediği, "ego"sudur aslında Kendini üstün, özel, başkalarından ayrı görme meyli ile Kahramanlar farklı olsa da egonun senaryosu hep aynıdır her defasında; bilenler bilir Kusur görmekle başlar işe, hatalar, yanlışlar gelir ardından Ve eksikler, eksiklikler Sonra suçlar, kınar, hor görür Sabahtan akşama dek "ben 'tanrı'yım" deyip, pardon "ben 'hak'lıyım" deyip, böbürlenerek dolaşır etrafta Ego da hata, eksik, kusur, yanlış görmez; o da suçlamaz, kınamaz! Ama sadece "kendini"! Asla kendinde hata bulmaz, kusur görmez, eksik görmez İstemediği birşeyi yaşadığı zaman hemen karşısındakini suçlar, karşısındakini kınar Ateşe düşer yanar, ama dönüp "bunun sebebi sensin" diye hep karşısındakini suçlar! Af dilemeyi bilmez! Hatasından sonra şeytanın, "beni sen azdırdın" diye rabbini suçlamasını hatırlarsınız İşte aynı senaryo! Sevgiyle başlayan nice yolculuğu bile tam zıddına, nefrete kadar götürür ego Geriye kalan sevgisiz bir benliktir orada

Şunu her zaman hatırlayın dostlarım: Karşısındakilerde hata, eksik, kusur görerek içinde bulunduğu durumdan dolayı başkalarını suçlayan; hakikati olan "sınırsızlığı" kaybeder, "ego"suna tâbi olur!

ALLAH Rasûlü iken, o eşsiz zat günde yetmiş kez tövbe ederken Hele hele, istemediği bir durumu ve mutsuzluğu yaşayıp da, buna rağmen "hatam yok, ben 'hak'lıyım" iddiasında olmak büsbütün perdeliliktir!"Ego", sınırsızlıktan perdeler, kendini hep 'hak'lı bularak, sevgiyle, saygıyla, hoşgörüyle, hizmetle, şükürle, vericilikle yaşanan her güzel şeyi ezer, yokeder Haklılık iddiasıyla haklı çıkanın "siz" olduğunu sanırsınız Bu size "gurur" verir Gururuyla yaşayan kişi de herşeyi yapabilir, ama "onu" seçen, kendindeki "sonsuzluğu" kaybeder

Karşısındakilerde hata, eksik, kusur görerek içinde bulunduğu durumdan dolayı başkalarını suçlayan; hakikati olan "sınırsızlığı" kaybeder, "ego"suna tâbi olur!

Şu iki şeyi hayatınızın her saniyesinde devamlı hatırlamaya çalışın: Ne zaman ki "ben haklıyım" iddiasındasınız, bilin ki o zaman tanrılık iddiasındasınız ve sonu zillettir, aşağılanmadır "Yaşadığınız her ama her istemediğiniz şeyin, her kötü anın, her mutsuzluğun, sadece ve sadece kendi perdeliliğinizden kaynaklandığını ve kendi ellerinizle taşıdığınızın neticesi olduğunu" hiç akıldan çıkarmayın! Sistem bu! "İnsan için yaptığının dışında hiçbir şey yoktur!" Bunların neticesinde, asla başkalarını suçlamayın, kınamayın, onlarda hata, eksik, kusur görmeyin! İsterse, ömrü boyunca secdede olsun başı; istemediği durumlardan dolayı kendi eksiklerini görmediği, ben haklıyım iddiası ile karşısındakileri suçladığı bir halde iken ölen kişi, imanlı bir halde gitmiş olmaz Bunu egonuz kabul etmeyecektir, hiç unutmayın! Tek çıkış yolu var, Kur'an-ı Kerim bunun böyle olduğunu açıkça beyan ediyor, ona iman etmek! Bakın Nisa Suresi'nde ardı ardına iki ayette çok çok önemli bir inceliğe işaret var bu konuda Birçok kişinin birbiriyle bağdaştırmada zorlandığı, içinden çıkamayıp sorduğu bir nokta Yukarıdaki açıklamaların devamında değerlendirilebilmesi kolay olur dilerim

"ve in tüsibhüm hasenetüy yekulu hazihi min indillah ve in tüsibhüm seyyetüy yekulu hazihi min indik kul küllüm min indillah" (Nisa)

"Kendilerine bir iyilik isabet ederse "ind-ALLAH'tan" diyorlar, ama kötülük isabet ederse bu "sendendir" diyorlar; de ki hepsi de ind-ALLAH'tandır"

Karşımızdakine yönelik tavra ve bakışa dair çok önemli bir düşünme ve değerlendirme prensibi açıklanıyor burada Bu hükmü değerlendirebilen kişi, istemediği, hoşlanmadığı bir durumdan dolayı asla karşısındakini suçlamaz! Ayrıca, yaşadığı güzelliklerden dolayı da asla benliklenmez, böbürlenmez Zira, yaşanan ve yaşanacakların hepsi ALLAH'tandır

Akabinde çok önemli bir sır daha açılıyor:

"Mâ esâbeke min hasenetin feminALLAH ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsike" (Nisa: 79)

"Sana gelen iyilik ALLAH'tandır, sana isabet eden kötülük ise 'nefsinden'dir"

Nefsimize yönelik tavra dair açıklanan düşünme ve değerlendirme prensibi ise şu: Eğer istediğin güzel şeyler ise yaşadıkların, bunları Hakk'ın bir lütfu olarak bil, ALLAH'ın hüküm ve takdirinin sonucu olarak bunların nasip olduğunu değerlendir, böbürlenme, benliklenme! Yok eğer istemediğin mutsuz edici durumsa içinde bulunduğun, o halde bunların da nefsinden kaynaklandığını, sebebinin başkası olmadığını bil! Sana isabet eden kötülük, nefsindendir Ego, böyle olmadığına dair bir sürü çıkarımlarla gerçeği örtmeye çalışabilir Ancak, Sistem bu; itiraz etmekle hiçbir şey değişmez! Bunu böyle kabul edip yaşamadıktan sonra da bu Sistemi 'oku'mak asla mümkün olmaz!

İşte önemli iki uyarı; nefsinin yanıltmalarına aldırmadan iman edip gereğini yaşayabilene "aşk" olsun!


SELAM VE DUA İLE...