30 Ekim 2009 Cuma

Mesajınız Var-You've Got Mail


Tür : Romantik / Komedi / Romantik Komedi
Gösterim Tarihi : 29 Ocak 1999
Yönetmen : Nora Ephron
Senaryo : Nora Ephron , Delia Ephron
Görüntü Yönetmeni : John Lindley
Müzik : George Fenton
Yapım : 1998, ABD , 119 dk.

Oyuncular

Tom Hanks (Joe Fox) , Meg Ryan (Kathleen Kelly) , Greg Kinnear (Frank Navasky) , Parker Posey (Patricia Eden) , Jean Stapleton (Birdie Conrad) , Steve Zahn (George Pappas) , Heather Burns (Christina Plutzker) , Dave Chappelle (Kevin Jackson) , Dabney Coleman (Nelson Fox)

Joe Fox ve Kathleen Kelly internetteki chat odalarından birinde tanışırlar. Birbirlerinin kim olduklarından haberleri yoktur. Tanımaya yönelik sorular sormazlar. Basit konuları konuşurlar. Bir zaman sonra birbirlerinden çok hoşlanmaya başlarlar.
Sanal hayatta böyle olmasına rağmen gerçekler böyle değildir. Kathleen küçük bir kitapçıyı işletmektedir. Joe ise aynı yerlerde büyük bir mağaza açar ve indirimli kitaplar satar. Kısacası aralarında rekabet başlar ve birbirlerinden nefret ederler.
Çok geçmeden tanışırlar ve gerçekler ortaya çıkar.

eşlerin birlikte izleyebileceği çok cici bir film :)

29 Ekim 2009 Perşembe

Evlenmek İsteyen Sahabi'nin Hikayesi

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:
-Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
-Asla!
-O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
-Amir bin Vehebin evine git ve
Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti de.

Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
-Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullahtan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullahın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
-Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.
Efendimizin gence emri:
-Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
-Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!
-Öyle ise Aliye, Osmana, Abdurrahman bin Avfa git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.

Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta.
Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:

-Ey kendini Allaha asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak? Cihada mı gitsin, evlenmeye mi? Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır.

Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
-Bu genç, herhalde Bahreynden gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
-Sen Saad mısın? buyurur.
-Evet, deyince de dua eder:
-Ceddine saadetler!

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar. Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
-Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
-Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
-Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
-Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!

Ve hayret nidaları birbirini takip eder:
-Allahü Ekber! Allahü Ekber!

18 Ekim 2009 Pazar

Sting-Shape of my Heart (Leon-Sevginin Gücü filmi)

Sevginin Gücü filminin oscarlık soundtrackti. dün izlerken çok sevdim. umarım seversiniz... (filmden kareler de var)


Sting "Shape Of My Heart"

pupa_remeikiu | MySpace Videoları

16 Ekim 2009 Cuma

ÂŞIK GENÇLER NE YAPMALI?



Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah'ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.

Bu durumda olan gençler yaptıkları işin günah olduğunu da biliyor. Birçok genç beni arayıp, “Kapalı bir mekânda yalnız bulunmuyorum. Elini bile tutmuyorum. Acaba günaha girmemek için daha ne yapabilirim?” diye soruyorlar.

Evet, şimdi en önemli soru şu:

Bu durumda olan bir genç ne yapacaktır?

Burada en vazgeçilmez kural şudur:

Allah'ın ve Resulünün (a.s.m.) yasakladığı bir fiili, hiçbir düşünce meşrû kılamaz.

Bu bakımdan en kestirme yol, böyle bir sevdadan vazgeçmenizdir. Özellikle dinî bir hayat yaşamak için tam ve esaslı bir karar vermişseniz, en iyisi haram olan hallerden tamamen kaçınmaktır. Onu hatırlatacak vesile ve mekânlardan uzaklaşmak, seyahat ve benzeri bir şeyle kendinizi meşgul etmektir.

Eğer bu mümkün olmuyorsa, şu şartları uygulamalısınız:

1- Niyetiniz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayatınızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır. Yoksa başka niyetler taşımak vebalinizi daha da arttırır.

2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.

3- Sevilen taraf, kız olsun erkek olsun, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa "Zamanla dini öğrenir ve yaşar" gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir. Aşk döneminde taraflar birbirlerini yanlış tanır ve kendisini de yanlış tanıtır. Aşkın gözü kusur ve hata görmez. Görse de iyiye yorar. Ama evlenince işin rengi değişebilir. Bunu baştan bilmek ve kararı ona göre vermek gerekir.

4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır. Söz gelişi, henüz okulu bitmemiş, iş kurmamış, önünde bir dizi engel olan gençlerin bu işi selâmetle götürmesi neredeyse imkânsızdır. Üstelik kendi geleceklerini de tehlikeye atmış olurlar.

5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. Atalarımız, "Güzellik ekmeğe sürülmez" diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.

6- İlişkinizden, saygı duyduğunuz, büyük bir insanı haberdar ederek, onun tavsiyelerini almanız gerekir. Özellikle aileleri, saygı değer kimselerin haberdar ve ikna etmesi gerekir. Her şey usulüne uygun olmalıdır. Öyle zaman olur ki, gelenekleri takmayanlar, geleneklerin insafsız paletleri altında ezilirler.

7- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşrû hâle getirmek lâzımdır. Bundan kastımız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşrû olduğunu sanarak serbest hareket etmek değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kasdımız, resmî olarak evlenmektir.

Bu saydıklarımızı okuyunca, "Demek ki bunlara uyarak böyle bir teşebbüs yapabiliriz" diye düşünmek yanlıştır. Bu şartlar, "içine düşülen problemden gençlerimizi mümkün olduğunca az günahla çıkarmak, olayın bundan sonraki bölümüne meşrûiyet kazandırmaya çalışmak" içindir.

Neticede hayatınızı evlilikle birleştirdikten sonra da bol bol istiğfar etmelisiniz ki, Rabbimizin affına mazhar olasınız.
Cemil Tokpınar

5 Ekim 2009 Pazartesi

AŞK VE IŞIK

Bir gece gözümü bir damla uyku tutmadı. Pervanenin mumla konuşmasını dinledim. Şöyle diyordu pervane, ateşten sevgilisine; 'aşık olan benim, yanmak bana yakışır. Ağlayıp sızlayan ben olmalıyım. Peki sen niçin ağlıyorsun?'
Mum, 'benim zavallı sevgilim' dedi pervaneye, 'tatlı balımdan ayırdılar beni, haksızlıkla elimden alınınca Şirin'im, Ferhat gibi ağlayıp sızlamak da bana yakışır olmuştur.'
Hem konuşuyor, hem de yanağından ateşten süzülen damlalar dökülüyordu mum:
'Meclisleri ışıtan nuruma bakma sen, sel gibi içime akan ve beni yakan ateşime bak. Senin aşkın kuru bir iddiadır. Ne sabır var sende, ne de tahammül. Azıcık bir parıltı görünce kaçıyorsun. Ben yanıp eriyinceye kadar dikilirim ayakta. Senin sadece kanadını yakar aşk ateşi. Beni ise baştan ayağa yakmıştır.'
Söz sultanı Sadi mum gibidir. Görünüşü gösterişli ve parlak, içyüzü ateşli ve yanıktır. Şemle pervane dertleşirken gece ilerledi, derken peri görünüşlü bir güzel yaklaştı ve 'püff' diye üfleyip söndürdü onu.
Zavallı mumun dumanı başından çıkarken, 'aşkın sonu budur' dedi ve canını verdi.
Aşk ölerek kurtulmaktır geçici dünyadan.
Sevgilisinin eliyle ölenin mezarına gidip de ağlama.
'Ne mutluluk!' diye gıpta et, sevdiği onu öldürmeyi öldürerek diriltmeyi kabul etmiştir, diye düşün.
Eğer aşıksan bu kemendden kurtulmaya çalışma.
Sadi gibi korkusuz ve özgür bir aşık ol.
Büyük denizlere açıl, demiyorum, lakin bir kez açılmışsan tufandan korkma.

(Bostan- Şeyh Sadi-i Sirazi)